Sayfalar

Bu Blogda Ara

25 Mart 2015 Çarşamba

SCHOPENHAUER’DA AŞKIN META’FİZİK’İ

SCHOPENHAUER’DA AŞKIN META’FİZİK’İ

 

 

Schopenhauer  ‘Aşkın Metafiziği’ adlı yapıtında,  aşkıngerçek ve doğal bir duygu olmadığını söyleyenlerin yanıldığını, çünkü eğer böyle olsaydı; insanın doğasına aykırı olan bir şeyin yüzyıllarca bıkmadan usanmadan şairler veyazarlar tarafından ele alınmasının ve insanlık tarafından ilgiyle karşılanmasının imkansız olacağını söyler.

Schopenhauer’e göre şairlerin her gün ele aldığı bu konuyu felsefenin ele almasına değil, filozoflar tarafından bu güne kadar hiç önemsenmemesine, işlenmemesine, ele alınmamasına şaşmak gerekmektedir.

Schopenhauer, kendisine gelene kadar bu duygu ile ilgiliciddiye alınacak bir düşünce olmadığını, kendisinin ise aşk ile ilgili düşüncelerinin bu duyguyu yüreğinde hissedenler, yanibu duygunun etkisi altında olanlar tarafından hoşkarşılanmayacağını hatta reddedileceğini düşünmektedir. Bu konu da haklıdır da. Çünkü ona göre aşk, hatta en incelmiş ve yücelmiş aşk bile, kaynağını yalnızca cinsel içgüdüde bulur. Dahası her aşk bireyselleştirilmiş bir cinsel içgüdüdür.

Ama Schopenhauer burada söz konusu olanın hiç de önemsiz bir şey olmadığını belirtirÇünkü bütün aşk serüvenlerinin tek amacı gelecek kuşağın ortaya çıkarılmasıdır. Gelecek kuşaklar hem varlıkları hem de özleri bakımından bu serüven ile belirlenirler. Aşık olan insanlar bu gerçekliğe karşı çıkacaklardır, ama konuya şu açıdan bakmak gerekir ki; aslında gelecek kuşakların yaratılması aşık insanların duygularından çok daha değerli bir amaçtır. Burada insan türünün geleceği belirlenmektedir. Yani her aşk serüveni gelecek kuşağın kuruluşu üzerine düşünmedir.  Zaten aşkın bunca değer kazanması ve insanları yüzyıllardır bu kadar derinden etkilemesi ancak bu amaç ile anlam kazanabilir.

Aşserüvenlerinin hepsinde, bu hayranlık ne kadar yüce ve nesnel bir nitelik taşıyor gibi gözükürse gözüksün, asıl amacın bir bireyin yaratılması olduğu gerçeği; karşılıklı sevginin değil de sahip olmanın, fiziksel bir zevk duymanın ön planda yer alışı ile kendini belli eder.

Her aşk durumunda kadın ve erkek bilse de, bilmese de asıl amaç bir çocuğun dünyaya getirilmesidir. Aşk için gösterilen onca çabalar ve güçlükler içinde varolmaya çalışan gelecek kuşaktır. Aşk dediğimiz cinsel iç güdünün doyurulması için başvurduğumuz özenli seçişte de, bu gelecek kuşak kendini gösterir.

Bir erkek ile kadın birbirlerine aşık olduklarındaaralarında engellenemez bir çekim vardır. Bu iki kişi birvarlık olmak isterler; amaçları ona aktaracakları nitelikleri taşıyan bir varlığı, çocuğu ortaya koymaktır. Bir kadın ile bir erkek arasındaki karşılıklı ve sürekli soğukluğun nedeni ise onların ortaya çıkarabilecekleri çocuğun biçimsiz ve mutsuz bir varlık olabileceğinin işaretidir.

İki ayrı cinsten insanı birbirine yaklaştıran tek şey türün yaşama iradesidir yani. Türün tümünde kendini gösteren bu irade, kadın ile erkeğin yaratacağı birey aracılığı ile amaca uygun özün gerçekleştirilmesini öngörür.

Aşk ne kadar bireyselleşirse derecesi de o kadar artar.Yani sevilen kimse, vucudu ve manevi nitelikleri ile, aşığın isteğine ve bireyselliğine ne kadar uygunsa aşkın derecesi de o kadar yüksek olur.

Temelde aşk, genel olarak; kuvvete, sağlığa, güzelliğe ve gençliğe yönelmiştir. Çünkü; yaşama iradesi ilk olarak her çeşit bireyselliğin temeli olan insan türünün kendisinden başkasında bulunmayan özellikleri ortaya çıkarmaya yönelir. Bu sıradan aşktır ve sıradan aşk bundan öteye gidemez.

Gerçek ve büyük aşk ise ancak birbirine uygun kimselerin, babanın karakteri ile annenin zekasının denk düştüğü kimselerin arasında doğabilir. Yani iki bireyin çeşitli bakımlardan birbirlerine uygunluğu ne kadar eksiksizse tutkuları da o kadar kuvvetli olacaktır.

Mesela; bir kadın ile bir erkek arasında düşünüş, eğilim, karakter açısından uyum olduğu halde cinsel açıdan bir çekiciliğin olmaması, hatta cinsel bir tiksintinin bulunmasının nedeni; bu iki kişinin meydana getirebilecekleri çocuğun uyumlu olmayan manevi ve fiziksel nitelikler taşıyabilmesi olasılığıdır. Kısaca, bu iki kişi arasındaki cinsel itimin nedeni ortaya koyabilecekleri çocuğun türde dile gelen yaşama iradesinin amaçlarına uymamasıdır. Bununla birlikte farklı eğilim, düşünüş ve karakter durumlarında, hatta düşmanlıklarda bile cinsel aşkın doğabilmektedir. Çünkü bu kadın ve erkeğin ortaya koyacağı çocuk türün yaşama iradesinin amacına hizmet edecektir.

Yani insanlar kendi bireysel amaçları peşinde koştuğunu sanırken aslında türün amacına hizmet etmektedir. Bu yaşama iradesinin türün devamı için uyguladığı bir kandırmacadır.Çünkü hiç kimse sadece türün devamı ve niteliği söz konusu olsaydı fedakarlık yapmaz, çaba göstermezdi. Bu nedenle doğa amaçlarına ulaşmak için bireyin önüne onu harekete geçirecek bir hayal koymaktadır. Bu hayal içgüdünün ta kendisidir.

Bunca heyecanla peşinde koşulan şey ve bundan doğan seçişin; seçilen kimse ile değil gerçek amaç ile, yani ortaya çıkacak varlığın en katışıksız ve doğru tipinin elde edilmesiylebağlantısı vardır.

Bu seçiş, cinsel içgüdüyü tiksindirici bir ihtiyaç olmaktan kurtaran güzellik duygusunun kılavuzluğunda gerçekleşir.Yani kişi ilk olarak türün karakterlerinin kendisinde en güzel biçimde dile geldiği insanları tercih edecektir. Ama bundan sonra kendisinde bulunmayan özellikleri öteki insanın güzelliği olarak görecektir. Ufak tefek erkeklerin iri kadınları beğenmesi gibi.

Bir erkeğin bir kadını elde etmek onun peşine düşmesi,parasını şerefini hatta hayatını kaybetmek uğruna her şeyi yapması; hatta işi amacına ulaşmak için zina ve ırza geçmeye kadar vardırması, birçok kere bireyin harcanması sonucunu doğurduğu halde, türün amacına hizmet etmektedir. Kendi hazları için çaba gösterdiklerini sanan erkek ile kadın türün temel tipini sürdürmeye ya da sadece bu birleşmeden doğabilecek özel bir tipin ortaya çıkmasına ön ayak olmaktadırlar.  

Yine aynı amaçtan dolayı aşkta, erkek yapısı gereği vefasızlığa, kadın ise vefalı bir davranışa eğilimlidir. Erkeğin aşkı doygunluğa erdikten sonra belirgin şekilde azalır. Kadının aşkı ise doygunluğa erdiği an artmaya başlar. Bu doğanın amacının, türün sürdürülmesi olmasının sonucudur. Erkek bir yılda sayısız çocuk yapabilirken, kadın ancak bir çocuk (ikiz, üçüz çocuklar sayılmazsa)  yapabilir. Bu nedenle erkeklerin gözü hep başka kadınlardadır, ama kadın erkeğe bağlanır. Çünkü doğa kadını gelecekte doğacak çocuğun besleyicisi ve koruyucusu yapmıştır.

Karşı cinsi seçme eğilimimizi ilk yönlendiren yaştır. Erkeğin bir kadını asıl tercih ettiği yaş on sekiz ile yirmi sekiz yaş arasıdır. Burada da bizi yönlendirenin çocuk yapmak olduğu çok açıktır. Bir birey çocuk yapmak için en uygun dönemden uzaklaştıkça bize itici gelmeye başlar.

İkinci düşüncemiz ise sağlıktır. Çünkü kalıtsal hastalıklar soyçekim ile çocuğa geçebilir.

Üçüncü düşüncemiz beden yapısı ile ilgilidir. Çünkü kemik yapısı türün tipinin temelini oluşturur. Kadının diş yapısı, yüzünün güzel olması; özellikle burun, ağız çene özellikleri de seçimde rol oynar. Çünkü bunlar türün tipiyle doğrudan ilintilidir.

Ama Schopenhauer bizim bunun gibi gerçekleri aklımız ile değil, iç güdümüz ile sezdiğimizi belirtir.

Kadınlar seçecekleri erkeklerin otuz ile otuz beş yaş arasında olmasını tercih ederler. Çünkü bu yaş dönemi erkeğin doğurtucu gücünün en yüksek seviyede olduğu bir dönemdir. Genel olarak yüz güzelliğine önem vermezler. Kadınları genel de etkileyen şey erkeğin kuvveti ve cesaretidir. Çünkü bu özellikler sağlam bir çocuğun doğacağının ve çocukların cesur bir koruyucu tarafından korunacağının işaretidir. Kadının erkekte beklediği nitelikler kadının çocuğa veremeyeceği (sakal, adaleler ,geniş omuzlar, cesaret vb.) niteliklerdir. Kadınların çirkin adamları sevmeleri, ama kadınsı erkeklere tahammül edememeleri bu nedenledir. Yine aynı nedenle ince, duygulu, kültürlü ve zeki kadınların; kaba, budala, çirkin,anlayışsız adamlar ile evlendiklerine rastlarız.

Schopenhauer için buraya kadar anlattıklarımız cinsel aşkta rol oynayan ve herkes için geçerli olan, mutlakdüşüncelerdir. Bir diğer değerlendirilmesi gereken ise bireysel olan göreli düşüncelerdir. Bu düşüncelerin amacı ise kusurlu olarak ortaya çıkmış olan tür tipinin kusurlarının düzeltilmesidir. Bundan dolayı bu durumda kişi karşısındakinde kendinde olmayan özellikleri sever. Bireysel yapıdan doğan bu seçiş, mutlak düşüncelerden doğan seçişten daha belirli ve kesindir. Gerçek tutkulu aşkların kaynağı bu çeşit göreli düşüncelerdir. Mutlak düşünceler ise genelde sadece şiddetli hoşlanmayı oluşturur. Bu çeşit bir tutkulu eğilimin ortaya çıkması için iki birey birbirini tamamlamalı ya da başka bir deyişle asit ve alkali gibi birbirini nötralize etmelidir.

Bu nedenle aşkın şiddetinin bireyselleştiği ölçüde arttığını söyleyebiliriz. Erekek ve kadının fiziksel ve manevi nitelikleri, tür tipinin özel ve kusursuz bir biçimde ortaya çıkması için birbirini ne kadar tamamlayabiliyorsa, bu iki kişinin birbirlerine karşı olan aşkları, istekleri de o kadar olacaktır.  

Eksiklikleri ve kusurları olanlar, bu özelliklerin sürüp gitmesinin ve anormallik halinde çocuklarına geçmesinin önüne geçmek için çalışırlar. Mesela; bu nedenle ufak tefek adamlar, iriyarı kadınları seçerler.

Her birey kendi vucüdundaki kusurları ortadan kaldıracak şekilde davranmaktadır. Bu kusur ne kadar büyükse, bu kusuru ortadan kaldıracak bireyi aramada o kadar şiddetli olacaktır.

Mizaçla ilgili de aynı şey söz konusudur. Her birey kendinin karşıtı mizaçtaki kişilerden hoşlanır. Bu istek kendi mizacına göre azalır ya da çoğalır.

Erkeğin kadını seçerken ki ayrıntılı incelemesi, bu iki insanın niteliklerinin birleşmesi ile bir bireyin ortaya çıkması olasılığı üzerine tür ruhunun düşünmesidir. Bu iki insanın birbirini arzulayış derecesi bu düşünme sonucu belirlenecektir.Ama biz bu seçişi yaparken bu gerçeğin farkında değilizdir. Hatta hepimiz bu özenli seçimi kendi öz zevkimiz için yaptığımızı söyleriz. Ama aslında bu seçimi kendi vucudumuzun yapısı bakımından türün en fazla yararlanmasını sağlayacak şekilde yaparız.

Schopenhauer, ‘İnsanlarda ki manevi ve fiziksel kusurlar nasıl oluşuyor?’ sorusuna ise şu yanıtı veriyor; Bir  insan da bulunan fiziksel ve manevi kusurlar; evlenmelerin temelinde,belli bir ölçüye kadar, katışıksız bir eğilim ve seçişin değil, her çeşit dış etkenin ve rasgele koşulların bulanması ile açıklanabilir. Yani  fiziksel ve manevi kusurları olan bireyler insanlar tür ruhunun yönlendirmesi ile birleşmedikleri zaman olmaktadır.  

Sonuç olarak Schopenhauer için; bir erkeğin güzel bir kadın ile birleşmeyi en büyük mutluluk sandığı an içinde hissettiği çoşku, sadece tür duyuşudur. Burada herhangi bir kadını ya da erkeği diğerine yönlendiren tür için en iyisini yapmaya çalışan iç güdüdür. Oysa kişi burada kendi duyacağı hazzı arttırmak için bir şeyler yaptığını sanmaktadır. Ama asıl amaç tür tipinin elden geldiğince saf olarak sürdürülmesi ve korunmasıdır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder