Eleştiriler Ve Gasset’ın Yanıtları
Ortega Y Gasset’te Sevgi
İspanya’nın çağdaş Avrupa felsefesine en büyük katkısı olan filozof Jose Ortega Y Gasset, Albert Camus’a göre ‘Nıetzsche’den sonra en büyük Avrupalı yazardır.’
Gasset her zaman bir filozofa göre çok fazla hayatın içinde olmuş, bu nedenle de çok sık eleştirilmiştir. Ama o yapışan tüm eleştirilere rağmen pasif bir seyirci gibi sadece gerçeği yorumlamakla yetinen bir fildişi kulesi filozofu olmak yerine, insanlara gerçeği göstermeyi daha doğrusu onları uyandırmayı amaç edinen bir filozof olmayı seçmiştir. Çünkü ona göre ‘Aydın pek verimli olan yalnızlığının içinde keşfettiği şeyi başkalarına bildirmek durumundadır, kendi çölsü yaşamından insanlara kendi yalnızlıklarını haykırmalıdır. Aydın olmanın özü çölde haykıran ses olmaktır.’
Gasset, ‘İnsan ve Herkes’ adlı kitabında insanların fikir ve doğrularının çoğunluğu kişisel ‘ben’ lerinden kendiliğinden doğmadığını belirtir. Bunlar toplumsal çevreden benimsetilmiş, zamanla içlerinde birikmiş fikirler ve doğrular yığınıdır. Aydının görevi bireyi durup düşünmeye, tüm fikir ve duygularını sorgulamaya özendirmektir. Çünkü düşünce insana bahşedilmiş bir armağan değildir. İnsan düşünceyi binlerce yıl süren bir çaba ile yavaş yavaş üretmiştir. Kazanılmış bir nitelik olarak düşünce her an yitirilebilir yada gerileyebilir. İnsanlık kendisini zoolojik sıkalanın dışına çıkaran ‘düşünce’yi yitirdikçe insan olma özelliğini de yitirecektir. Kaplan, kaplan olma özelliğini yitiremez, fakat insan olmak demek insan olmamak tehlikesine açık olmak demektir.
‘İnsan, insan olarak uçup gidebilir, tam ve kesin bir ötekileşme sonucunda, sessizce yeniden hayvan düzeyine dönebilir.’
Gasset’e göre tarihte bir çok kez yitirilmiş olan düşünce onun yaşadığı dönemde de bir kez daha yitirilme tehlikesi ile karşı karşıya idi. Bu noktada Gasset, kendisine bir filozof olarak insanları yeniden düşünmeye özendirme görevini seçmiş, neredeyse her konu üzerine yazmış, konuşmuş, dersler vermiştir.
“Eğer yapılabilseydi, ki tabii yapılamaz, bir toplumun içinde, örneğin koskoca ulusumuzda, acaba kaç kişi iki kere iki nasıl dört eder yada güneş yarın doğacak mı diye kafa yormuştur, şöyle durup düşünmüştür yani, bunu bir istatistikle saptayabilsek ilginç olurdu. Buradan da ortaya çıkan sonuç fikirlerimizin pek büyük çoğunluğunun, fikir olmalarına ve bizi kanı gibi etkilemelerine karşın, hiç de akıl ürünü olmadıkları, göreneklerden ibaret olduklarıdır; mekanik ve anlaşılmazlardır ve bize baskı yoluyla benimsetilmişlerdir.
…..Eğer bir halkın bu korkunç çağı sağ salim atlatabilmesi isteniyorsa, alınacak önlemlerden biri, karınca kararınca, ama vazgeçilmez bir tanesi şu: O halkın içinde yeterli sayıda kişinin, tüm o fikirlerin –adlarına öyle diyelim bari- üstünde konuşulan, tartışılan, uğrunda savaşılan ve insan boğazlanan tüm o fikirlerin ipe sapa gelmez ve son derece havada kalan şeyler olduğunu anlamasını sağlamaktır.”
ORTEGA Y GASSET’TE SEVGİ
Gasset’in üzerinde düşündüğü, yazdığı konulardan biri de sevgidir. Gasset bu konuyu ayrıntılı olarak ‘Sevgi Üzerine’ (orijinal adı: Estudıos Sobre el Amor) adlı yapıtında ele almıştır.
Sevgi - Aşk - Arzu
Gasset’e göre sevgi araştırmasına başlamadan önce iki şeyi belirtmek gerekmektedir. Bunlardan ilki; ‘sevgi’ ve ‘aşk’ı aynı anlamda ele almanın araştırmamızı daraltmak olacağıdır. Çünkü bizler sadece kadın olarak erkeği, erkek olarak kadını sevmeyiz. Sevgi nesneleri sonsuz çeşitliliğe sahiptir. İkincisi ise; sevginin arzu ile karıştırılmaması gerektiğidir. Sevgiden bir çok şeyin doğduğu doğrudur; arzu, istem , eylem…. Bunlar sevgi değildir, ama sevgiden kaynaklanırlar. Elbette sevdiğimiz şeyi arzularız. Ama şu da unutulmamalıdır ki, biz sevmediğimiz, duygusal olarak ilgilenmediğimiz bir çok şeyi de arzularız.
Arzu bir şeye karşı duyulan sahip olma isteğidir. O şeye sahip olunduğun da yani arzu doyurulur doyurulmaz sona erer, söner. Ama sevgi hiçbir zaman sönmez, hiçbir zaman doyuma ulaşmaz. Ayrıca sevgi baştan sona etkinliktir, ama arzunun edilgen bir yapısı vardır. Ben bir şeyi istediğimde asıl istediğim o nesnenin bana gelmesidir. Sevgide ise nesnenin bana gelmesi yerine ben nesneye giderim. Sevgi sevilen şeye doğru sürekli bir çekilmedir.
‘Amor meus, pondus meum; illo feror quocumque feror’
(Sevgim benim ağırlık merkezimdir; o nereye giderse ben oraya giderim.)
St.Auqustine
Sevgi bir kıvılcım değil; kesintisiz bir akıştır.
Sevdiğimiz zaman kendimizi ruhsal bir devinim içinde bir nesneye doğru yönelmiş ve sürekli iç benliğimizden sevdiğimiz nesneye doğru akar durumda buluruz. İçimizdeki dinginliği bırakıp o nesneye doğru göç ederiz. Sevgi bir kıvılcım değil, kesintisiz bir akıştır.
Sevdiğimizde o nesne ile bütünleştiğimizi hissederiz. Sevdiğimiz insan kilometrelerce uzakta bile olsa onunla simgesel bir bütünlük içindeyizdir. Ruhumuz bu uzaklığı kapatır. Onunla temelde birlik içinde olduğumuzu duyumsarız.
Gasset için sevgi, bize bağlı olan şeye sürekli olarak ve isteyerek yaşam katmaktır. Onu yaratma, isteyerek koruma eylemidir. Çünkü seven insan için her şey sevdiği o tek nesneye bağlıdır.
Asıl araştırma konumuza geçmeden önce Gasset’e göresevginin özelliklerini kısaca özetlersek; ‘ Sevmenin nesneye doğru giden, onu sıcak bir onayla saran, sürekli akış içindeki ruhun merkezkaç edimi olduğunu, bizi nesneyle bütünleştirip onu olumlu bir biçimde doğrulamaya götüren bir edim olduğunu söyleyebiliriz.’
SEVGİDE SEÇMENİN PAYI
Ortega y Gasset, insanların bir an için kendilerinin çözümlemeye girişseler, ‘kendi’ fikir ve duygularının büyük bir çoğunluğunun, kişisel ‘ben’ lerinden kendiliğinden doğmadığını, toplumsal çevreden gelerek içlerinde birikmiş başıboş fikirler ve duygular yığını olduğunu fark edeceklerini iddia eder.
Kişi bu başıboş fikirler ve duygular ile davranır, konuşur, kararlar alır ve bu kararları uygular vs… Kısaca insanlar bu fikir ve duygular ile yaşar, bunlar onun hayatını belirler. Bu fikir ve duygular kişinin kişisel ‘ben’inden kaynaklanmadığı için, bu kişinin edimleri ve sözleri onun en derin gizlerini çözmemiz için hiçbir zaman yeterli olamaz. Bu kişiyi çözmek istiyorsak söz ve edimlerine bakmaktansa, el-kol hareketleri yada mimiklerine bakmamız daha uygundur. Çünkü –çoğunlukla- mimikler ve el-kol hareketleri önceden planlanmadığı için kişinin derinlerde yatan gizlerini çözmek daha fazla olanak sağlar.
Sevgili seçimi, kişiliğin özünü ortaya koyar
İnsanın farkında olmadan kişiliğinin özünü büyük ölçüde ortaya koyduğu durumlardan biri ve belki de o kişiyi çözmemiz için en fazla olanak sağlayanı ise, kişinin yaptığı sevgili seçimidir. Kadınlar da, erkekler de sevgililerini seçişleriyle yaradılışlarını ortaya koyarlar. Ama bu noktada sevmek ile hoşlanmayı birbirine karıştırmamamız gerekmektedir. Normal bir erkek hemen hemen karşılaştığı her güzel kadından ‘hoşlanır’.
Erkeğin her hangi bir şekilde karşılaştığı güzel bir kız, o erkeğin duyarlığının çeperlerinde bir kıpırdanma uyandırır ve bu kıpırdanma otomatik olarak erkeğin kadın yönünde ilk harekete girişmesin yol açar. Bu ilk hareket oldukça masum ve temizdir. (kaçamak bir bakış vs.) Bu nedenle klise bile bu ilk hareketi günah saymaz. İlk hareket olmasaydı hiçbir kadın-erkek ilişkisi (iyi yada kötü, ahlaklı yada ahlaksız) başlayamazdı.
Bu ilk hareket de kişinin iç benliği işe karışmaz, tamamen erkeğin dış çeperlerinde gerçekleşir. Bu ilk harekete yol açan uyarı çoğunlukla erkeğin iç dünyasında, kişiliğinin derinlerinde bir etki yapmaz.
Bu duygu sevgi olduğunda ise, ruhumuzun-özümüzün o dış uyarı ile birleşmesi gerekir. Yani sevdiğimizde yalnızca dış çeperlerimizden çekilmeyiz, aksine içimizden bizi çeken nesneye doğru sürükleniriz. Sevgi yaşanan sayısız çekilmelerin çoğunu eleyerek bir tanesi üzerinde yoğunlaşmamızı sağlar.
Bir kadının aşık olmasının ilk adımı dikkatinin çekilmesidir
Bir kadının bir erkeğe yada bir erkeğin bir kadına aşık olması için ilkin kadının o erkeğe dikkat etmesi yani dikkatini o erkek üzerinde yoğunlaştırması gerekir. Kadın dikkatini o erkek üzerinde yoğunlaştırarak onu sıradanlık düzeyinin üzerine çıkarır. Bu durum sevgi değildir, ama sevgi için önkoşuldur. Her dikkat yoğunlaşmasının ardından sevgi gelmez, ama sevginin oluşması için dikkat yoğunlaşması şarttır. Mesela; zenginlik bir kadının bir erkeğe aşık olması için yeterli değildir, ama zengin bir erkek yalnızca bu nedenle bir kadının dikkatini çekebilir.
Sevgi ve Cinsellik
Gasset’e göre, nasıl gerçek sevginin cinsel yanı olmadığını söylemek saçmalıksa aynı şekilde sevginin cinsellik ile eşitlenebileceğini söylemekte saçmalıktır. Çünkü cinsel içgüdü kendisini tatmin eden nesneleri sürekli çeşitlendirme yoluna gider. Oysa sevgi ayrımcılığa eğilim gösterir. Bir erkek bir kadına aşık olduğunda başka cinsel çekimlere karşı bağışıklık kazanır. Zaten insanı çeken güzellik ile kendisine aşık eden güzellik de birbirinden farklıdır.
Eğer bir kadına aşık olan bir erkek ile o kadına duygusal olarak ilgisiz olan bir erkeğe, aynı kadının çekiciliğinin kendileri için nereden kaynaklandığını sorsak ve aldığımız cevapları karşılaştırabilsek aradaki farkı çok açıkça görebilirdik. İlgisiz adam kadının güzelliğini bedeninin ve yüzünün çizgilerinde bulacaktır. Oysa aşık olan adam için o çizgiler çoktan silinmiştir. Onun için kadının güzelliği küçük ve güzellikle çokta alakası olmayan ayrıntılarda saklıdır. (gülüşü, sesinin tonu vs.) sevgi bu küçük ayrıntılarla sürekli olarak beslenir. Bu nedenle bir kadının salt güzellikle açısından kusursuzluktan yoksun olması sevgiye engel olmaz. Çünkü aslında ‘sevgi bize en iyi görünen ve başka bir varlıkta önceden yaratılmış, içkin olarak bulduğumuz belli türde bir insanlığa içten bağlanmayı imler’
Aşk, toplumsal akımlardan etkilenir.
Sevgi konusunda, kalabalıklardan ve kitlelerden söz ettiğimizde de durum tek bireyden söz ettiğimiz ile aynıdır. Nasıl bireyin yaptığı sevgili seçimine bakarak onun kişiliğinin özü hakkında bilgi edinebiliyorsak, bir kuşağın sevgide yaptığı seçimlerden de kendisine biçim veren alt akıntılar hakkında bilgi edinebiliriz. Çünkü Gasset’e göre her toplumda, her dönemde belli bir tür kadın ve erkek tipine yönelindiği görülür.
Bir kuşağın aşk konusunda yaptığı tercihin, bu tercihin arkasındaki nedensel güçten başka, önemli yanı bu tercihin gelecek kuşakların varlığını da belirleyecek olmasıdır. Çünkü bir evi her ne kadar erkek kumanda ederse etsin, onun varlığı ikincil ve resmidir. O evde her zaman kadının getirdiği iklim hüküm sürer. O evde yaşanan her ana, her olaya bu hava nufuz eder. çocuklarda bu havayı soluyarak büyürler. Bu nedenle her ne kadar çocuklar birbirinde farklı kişiliklerde ortaya çıksalar da, kişilikleri bu havanın basıncı altında ve annenin verdiği eğime göre şekil kazanır. Bu nedenle bir kuşağın erkeklerinin seçtiği kadın tipi bir sonraki kuşağın yapısını belirleyecektir.
ELEŞTİRİLER VE GASSET’IN YANITLARI
Gasset sevgi araştırmasının bu noktasından sonraki bölümlerinde kendisine yapılan eleştirileri cevaplayarak konuda ilerlemeyi doğru bulur. Bu eleştirilerden biri şudur; ‘Sevgili seçimimiz bizim kişiliğimizin özünü ortaya koyduğunu kabul ediyoruz. O zaman bir erkeğin yada kadının hayatında bir kere aşık olması gerekmiyor mu? Oysa insanlar hayatlarında iki veya üç kere aşık olabiliyor. O zaman kişiliğimizin özünde köklü bir değişim mi oluyor? Bu derece köklü bir değişim mümkün mü?’
Gasset’e göre bu eleştiriye yanıt verirken erkeklerin yada kadınların birkaç kez aşık olmalarını iki grupta ele alabiliriz. Bunlardan ilkinde erkek hayatı boyunca birkaç kez aşık olur, fakat aşık olduğu her kadında aslında bir tek dişi tipini yineler. Yani aslında pek çok değişik kadın tipinde tek bir kadını sever.
İkincisinde ise, bir erkeğin yada kadının hayatları boyunca aşık oldukları karşı cinslerin birbirinden oldukça farklı olduklarını gözlemleriz. Bu kişiler olanakları ve yargıları bakımından zengin olan insanlardır ki bu tip insanlarhayatları boyunca temeldeki tek örnekliliği yitirmeden birkaç değişim geçirirler. Bu değişim normaldir. Bunlar bir çeşit olgunlaşma evreleridir. Bu evreler her kişide iki yada üç ile sınırlıdır.Kişinin seçimi bu evrelerin her birinde farklı kadın yada erkek tiplerine yönelecektir. Çünkü her değişim ile değerler dizgemiz az yada çok değişikliğe uğrar, daha önce önemsemediğimiz yada fark etmediğimiz niteliklere önem vermeye başlarız.
Gasset’e getirilen bir diğer eleştiri ise; sevgilinin bedensel oranlarına aşık olduğumuzu, benzer beden yapıları da birbirinden çok farklı ruhları içinde barındırdığından kişilerin sürekli yanıldığını ve yanılacağını iddia eder. Bu iddia sevilen nesne ile sevenin yaradılışı arasındaki yakınlığı savunmayı imkansız kılar. Oysa Gasset’e göre karşımızda bir ‘beden’ gördüğümüzde, yalnızca bir ‘beden’ görmeyiz. Bedeni ruhtan soyutlamak çok zordur. Bir insanın bedenini ruhu ile eş zamanlı olarak algılarız. Beden kişilik yüklenmiş fiziksel cisimdir. Zaman zaman birinin ruhunu algılarken yanılgıya düşmemiz bu savımızı geçersiz kılamaz.
Her iki cinsten de bazı insanların karşı cinsin bedenine aşık oldukları sık olmasa da görülen bir durumdur. Ama durum da, o kişilerin varoluş biçimlerini ortaya koyar. Bu tercihi yapan aşık şehvetli bir yaradılışa sahiptir. Bu tür durumlara kadınınlar da daha az rastlanır. Kadın ruhunun erkek tenselliğine duyduğu tutku daha çok dört tip kadında ortaya çıkar. Bu kadınlar; fahişeler, erkeksi yaradılışa sahip kadınlar, arkalarında eksiksiz bir cinsel yaşamı olan ve olgunluk çağındaki kadınlar tada ruhsal yapıları bakımından anormal yaradılışta olan kadınlardır.
Kasın ruhu erkek ruhuna göre çok daha fazla bütünlük teşkil eder. Bu nedenle kasında genellikle cinsel zevkle sevgi birbirinden kopuk olarak yaşanmaz. Bir olmadan diğeri ortaya çıkmaz. Kadın tenselliğinin ortaya çıkması için özel bir nedenin varlığı gerekir. Yukarıda bahsettiğimiz dört kadın tipinin de erkek tenselliği karşısında kendilerini zayıf kılan nedenleri vardır. Mesela; fahişeler yaptıkları meslek nedeniyle erkek tenselliğine diğer kadınlara göre daha duyarlı hale gelirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder