Sayfalar

Bu Blogda Ara

25 Mart 2015 Çarşamba

ERİCH FROMM’DA SEVME SANATI (Version 2.0)

 ERİCH FROMM’DA SEVME SANATI (Version 2.0)

1.Sevmek Sanat mıdır?

 

Erich Fromm ‘sevme sanatı’ adlı yapıtında sevmenin bir sanat olduğunu ve bu nedenle bilgi ve çabaya gereksinimi olduğunu savunur…

Fromm’a göre hiç kimse sevginin önemsiz olduğuna dair bir düşünce taşımaz. Fakat aynı zamanda hem sevginin önemli olduğunu düşünür, hem de sevgiye dair bir şeyler öğrenmenin gerekli olmadığına inanır.

Bu durum birçok önyargıya dayanır. Bunlardan biri; birçok kişinin sevgi sorununu ‘sevilme’ sorunu olarak görmesidir. Yani birçok insan için asıl sorun başkaları tarafında nasıl sevilebilecekleridir. Bir diğeri ise; insanların sevmenin kolay olduğuna, ama sevilebilecek doğru kişiyi bulmanın zor olduğuna dair inançlarıdır.

Aşk kadar büyük umut ve beklentiler ile başlayıp, bir o kadar büyük hayal kırıklıkları ile muhakkak son bulan başka bir faaliyet yoktur. Fakat buna rağmen insanlar ne sevgiden vazgeçebilirler, ne de sürekli olarak uğradıkları başarısızlıklarının nedenlerini bularak, daha iyisini nasıl başarabilecekleri konusunda bir çalışma yaparlar.

İnsani varoluşumuz nedeniyle sevgiden vazgeçmemiz mümkün değildir. Bu nedenle yapmamız gereken şey sevgi konusundaki başarısızlığımızın nedenlerini bulmak ve bunları gidermek için bir an önce çalışmaya başlamaktır.

Bu çalışmayı yaparken atacağımız ilk adım sevginin de yaşamak gibi bir sanat olduğunu kabul etmektir. Sevmek bir sanat olduğuna göre; nasıl sevmemiz gerektiğini öğreneceksek, diğer sanatları ve meslekleri öğrenmek için ne yapıyorsak sevgi içinde aynılarını yapmamız gerekmektedir.

Bu nedenle ilk önce herhangi bir sanatı öğrenirken atmamız gereken adımların neler olduğuna bakmamız gerekmektedir; bunlardan ilki kuramda ustalaşmak, ikincisi ise pratikte ustalaşmaktır. Bunların dışında bir sanatı öğrenmenin olmazsa olmaz şartı; bir sanatı öğrenmek isteyen kişinin, bu sanatı öğrenmeyi hayatının en önemli işi olarak kabul etmesi, ondan daha değerli bir şey görmemesidir.

Fromm günümüz insanının sevgi konusunda bir şeyler öğrenmeyi gerekli görmemesinin nedeni,  tüm enerjisini para,güç , itibar , başarı kazanmak için harcaması ve bu nedenle sevgiye verecek bir şeyi kalmamasındandır.

 

2.İnsanın varoluş sorunu olarak sevgi

 

Fromm’a göre sevgiye dair tüm kuramlar insanlığın varoluş kuramı ile başlamak zorundadır.  

İnsan zeka ile ödüllendirilmiştir. İnsan kendini bilen bir yaşamdır. Kendi kendinin ayrı bir varlık olduğunun bilincindedir. Diğer canlıların aksine geçmişinin ve gelecekte onu neler beklediğinin farkındadır. Bir gün, büyük ihtimalle hiç beklemediği bir gün, kendi isteğinin dışında ‘ölüm’ onu yada sevdiği insanlardan herhangi birini alıp götürecektir. Dış güçler karşısında güçsüz ve çaresizdir,  hayatının en büyük gerçeği ayrı ve yalnız olduğudur. yalnızlığının ve ayrılığının farkında olan insan, eğer dış dünya ile, bir insan ile bir düşünce ile bütünleşmez ise çıldırır.

İnsandaki ayrı olma duygusu onda çok büyük bir huzursuzluk, suçluluk duygusu ve utanç doğurur. Bu nedenle dışta kalmaktan ve yalnızlık duygusundan kurtulmak onun en büyük ihtiyacıdır.

Tarih boyunca kurulan her insan birliği (toplum, kabile vs…) ayrı olmanın üstesinden nasıl gelineceği, birliğin nasıl sağlanacağı, kişinin nasıl bireysel yaşamı aşıp bütünlüğe ulaşacağı sorularının cevabını aramak zorunda kalmıştır. Sorunun yanıtı hayvanlara tapınmada, askeri fetihlerde, lükse gömülmede, tanrı ya da insan sevgisinde vs. aranmıştır.

Felsefe ve din tarihi bu tür sorunlara üretilen çözümlerin tarihidir diyebiliriz.

Çözümler bir dereceye kadar bireyin ulaştığı kişilik düzeyine dayanır. Mesela; bebekte ‘Ben’ çok az geliştiğinden annesi varolduğu sürece ayrı olma duygusu hissetmez. Fakat büyüdükçe annesinin fiziksel varlığı ona yetmemeye başlar ve yalnızlığını gidermenin başka yollarını aramaya girişir. Benzer şekilde insanlıkta bebekliğinde doğa ile bir bütündü. Onun tüm dünyası bitkiler, hayvanlar idi. Ama ilkellikten kurtulmaya başlaması ile birlikte yalnız ve ayrı olduğunun da farkına varmaya ve bundan kurtulmanın yollarını aramaya başladı.

Bu eğilimin üstesinden gelmenin yollarından biri her türlü dinsel ayin ile kendinden geçiştir. Birçok ilkel kabileayinleri bu tür çözümün canlı örneklerinden biridir. Bu törenlerde dış dünya dolayısıyla da dış dünyadan ayrı olma duygusu yiter. Aynı zamanda bu çözümü etkili kılan bir başka unsurda kitle içinde kendini yitirme duygusudur. Bu dinsel ayinlerle kişi bir süre yalnız ve ayrı olma duygusundan şikayet etmeden bir süre yaşayabilir. Huzursuzluğunun verdiği gerginlik artmaya başladığında ise ayin tekrarlanır.

Gelişen uygarlık ile toplulukta büyüdü. İnsan, bir devletin vatandaşı, klisenin mensubu, bir şehir yurttaşı oldu. Çağdaş batı toplumunda topluluk ile bütünleşme ayrı olma duygusunun üstesinden gelmenin en yaygın yolu haline geldi. Burada amaç sürüye katılmaktır. Bu katılımla birey büyük ölçüde yok olurBirey başka bireylere, yani herkese benzeyerek bireyselliğinden vazgeçer; ama karşılığında tek başına olma duygusundan kurtulur ve sürü tarafından korunur.

Birçok kişi topluma uyma gereksinmesinin bile farkında değildir. Bunlar kendi düşüncelerini ve eğilimlerini gerçekleştirdikleri sanmaktadırlar. Herkesle aynı fikirde olmalarını da kendi düşüncelerinin doğruluğunun kanıtı olarak kabul ederler. İçlerinde az da olsa var olan farklı olma isteğini ise ufak tefek ayrıntılar ile ortaya koyarlar. Mesela; masaya koyulan isim plaketleri gibi…

Kapitalist toplum eşitliğin anlamını da değiştirmiştir.Burada eşitlikten kastedilen bireyselliğini yitirmiş insanların aynılığıdır. Günümüz batı toplumundaki kadın eşitliğine dair çalışmalarda farklılıkları ortadan kaldırmaya yönelen eğilimin bir parçasıdır. Kadınlar erkeklerle eşittir; çünkü kadın ile erkek aynıdır.’ deniyor. Oysa kabul edilmesi gereken karşıt kutupların eşitliğidir. Kadın ile erkek aynılaştırılarak yok edilen cinsel kutuplaşma ile bu kutuplaşmanın ürünü olan cinsel aşk da yitmektedir.

Ayrı olma duygusundan kurtulmanın bir yolu olan uyum göstermeye ek olarak, çağdaş yaşamın bir başka etkeni de çalışma ve eğlence düzenidir. İnsan çalışma düzeni içinde çokaz insiyatife sahiptir. Çalışma saatleri, o saatler arasında ne yapacağı, hangi hızla çalışacağı, kimlerle yemek yiyip, kimlerle aynı ortamda çalışacağı, ne giyeceği, ne yiyeceği  yönetmelikler ile belirlenmiştir. Hatta duyguları bile tanımlanmıştır; sevgi, neşe, hoşgörü,güven vs..   Eğlence düzeni de benzer bir şekilde düzenlenmiştir; okunacak kitapları kitap klübleri, izlenecek filmleri sinema eleştirmenleri seçer. Doğumdan ölüme, pazartesinden cumaya bütün faaliyetler düzenlenmiş, bir örnek hale getirilmiştir.

Birliğe ulaşmanın bir yolu da yaratıcı faaliyettebulunmaktır. Yaratıcı faaliyette bulunan kişi kendi dışındaki dünyayı temsil eden ürünü ile kendini bütünleştirir ve böylece ayrı olma duygusundan kurtulur.

Üretici faaliyet, toplumsal uyum, dinsel ayinler vs. ile geçici, sahte bir birliktir. Bunların tümü varolma sorununa getirilen geçici çözümlerdir. Tam çözüm, insanlar arası birlikteliğin  başarılı olmasında, bir başka insanla ‘sevgi’ ile bütünleşmede bulunabilir.

Sevgiden söz ederken önemli olan, sevgiyi varoluş sorununa olgunlaşmış bir yanıt olarak mı, yoksa ortak yaşamın birliği dediğimiz sevginin olgunlaşmamış biçimi olarak mı elealacağımızdır.

Ortak yaşam birliği gebe anne ile annenin karnında büyüyen bebeğin ‘fiziksel’ ilişkisine benzer. Birlikte yaşarlar. Bebek annenin bir parçasıdır. Anne onu besler, korur. Bunun karşılığında annenin yaşamı da bebekle yoğunluk kazanır.

Ortak yaşam birliğinin edilgen biçimi boyun eğiş,bilimsel deyiş ile mazoşizmdir. Mazoşist dayanılmaz ayrı olma duygusundan kendisini onu yönlendiren, koruyan kişinin bir parçası yaparak kurtulur. İster tanrı, ister insan olsun boyun eğdiği şeyin gücünü abartır, o her şey ben hiçbir şeyim, ben ancak onunla varım duygusunu taşır.

 Ortak yaşama birliğinin etken biçimi ise sadizmdir. Sadist kişi yalnızlık duygusundan bir başka kişiyi kendisinin parçası yaparak kurtulur. Karşıtı gibi sadist kişi de boyun eğen kişiye bağlıdır. Aralarında ki tek fark şudur; sadist kişi emereder, sömürür, aşağılar. Mazoşist ise emredilir, sömürülür, aşağılanır.

Ortak yaşam birliğinin aksine olgunlaşmış sevgi kişinin kendi bireyselliğini koruyarak gerçekleştirdiği bir birliktir. Sevgi kişiyi diğer insanlar ile birleştiren etkin bir güçtür.Kişinin ayrı olma duygusunu yenmesini, kendisi olmasını, bütünlüğünü yitirmemesini sağlar.

Sevmek edilgen bir duygu değil, bir eylemdir. Bir şeye kapılmak değil, birşeyin ‘içinde olmak’ tır.  Sevmenin etken yapısı sevmenin almak değil öncelikle vermek olduğu şeklinde tanımlanabilir.

Vermek bir şeyden vazgeçme, bir şeyi kaybetme değildir.Kişiliği gelişmemiş biri ise vermeyi bu şekilde anlar. Böyle biri ancak karşılığında bir şey aldığında vermeye hazırdır, bir şey almadan vermek ise kandırılmaktır. Oysa almak için verilmez; vermek başlı başına bir sevinçtir.

Üretici bir kişilik için vermek ise taşınılan gücün en yüksek derecede ki anlatımıdır. Verme edimi sırasında kişi kendi gücünü hisseder. En önemli verme edimi maddeler dünyasından değil, insana özgü dünyadan bir şeyler vermektir.Bu kişinin kendisini başkasına adaması anlamına gelmez. İnsanın vermesi gereken içinde yaşattığı sevgiler, üzüntüler, sevinçler, ilgiler, bilgiler vs’dir. İnsan yaşamından bir şeyler verdikçe karşısındakini zenginleştirir ve kendi yaşama sevincini çoşturur. Bu süreç sırasında yeni bir şey doğar; seven iki kişi birlikte kendileri için doğan bu yeni yaşama minnetle bağlanırlar.  

Verme ediminin dışında sevmenin etken özü kendini ilgi, sorumluluk, saygı ve bilgi unsurları ile ortaya koyar.

Sevgi, sevdiğimiz şeyin yaşaması ve büyümesi için gösterdiğimiz ilgidir. İlgisiz sevgi olmaz. Mesela; çiçekleri sevdiğini söyleyen bir kadın çiçeklerini sulamazsa onun çiçekleri sevdiğine inanmayız. Etken bir ilginin bulunmadığı yerde sevgi de yoktur.

İlgi zorunlu olarak sorumluluk duygusunu da beraberinde getirir. Sorumluluk benim başka insanların ister belirgin, ister gizli isteklerine verdiğim yanıttır. Sorumluluk; ‘Benim, sevdiğim insanın bana hizmet etmesi, beni mutlu etmesi için değil, dilediği gibi büyüyüp gelişmesi için çalışmamdır.’. Bu nedenle eğer sorumluluk saygıyı içermezse kolayca zorbalaşabilir. Saygı bir insanı olabildiği gibi görme yetisi,onu olduğu gibi kendi bireyselliği içinde kabul etmektir. Bu nedenle saygı duymak için bir insanı tanımak, bilmek zorunludur. Bilginin bir çok katı vardır; ama sevginin bir unsur olan bilgi dışta kalmaz, öze işler. Bu bilgiyi de ancak kendime gösterdiğim ilgiyi diğer insanları tanımaya yönlendirdiğim zaman kazanabilirim. Sevgi, ilgi, sorumluluk ve bilgi birbiri ile karşılıklı olarak bağlıdır.  

Bilginin sevgi ile başka bir ilişkisi daha vardır. İnsanın duyduğu kendi yalnızlığından kurtulma isteği, insana özgü‘insanın sırrını’ çözme isteği ile iç içedir. Kişi, insan ruhunun gizliliğine girme, en diplerde ki öze ulaşma isteğinden kendini kurtaramaz. Bu umutsuz çabanın sadist ya da mazoşist davranışlar ile çözülmeye çalışıldığını görürüz. Mesela bu yolla bilgi edinmeye çocuklarda sık sık rastlanır. Çocuk herhangi bir şeyi tanımak için onu kırar, bozar, parçalar; ya da kelebeğin kanatlarını zalimce koparır. Burada amaç eşyaların ya da yaşamın sırrını çözmektir.

Bu sırrı öğrenmenin doğru yolu ise sevgidir. Sevgi de öğrenme isteğimiz birleşme ile doyurulur. Sevme, kendimi verme, bir başka insanın içine girme edimi ile kendimi bulur; insanı keşfederim. Bu bilgi düşünerek elde edilen bir bilgi değildir, bu nedenle de ancak sevgi ile, sevme edimi ilekendimi, bir başka insanı; yani ‘insan’ı keşfederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder