Sayfalar

Bu Blogda Ara

15 Kasım 2015 Pazar

Otomatik Portakal'ın Düşündürdükleri

Otomatik Portakal filmi Anthony Burgess'in 1961 yılında yayınlanan aynı adlı distopik romanından 1971 yılında ABD-İngiliz ortak yapımı olarak Stanley Kubrick tarafından sinemaya aktarılmıştır. Aradan geçen 44 seneye rağmen popüleritesini yitirmeyen film; gerek verdiği toplumsal ve bireysel mesajlar, gerekse Kubrick'in mükemmel sinema tekniği içersinde harmanlayarak her ayrıntısını özel olarak planladığı sahneleri ile Otomatik Portakal futuristik bir başyapıttır.


Otomatik Portakal (A Clockwork Orange) ismini seyircinin/okurun nasıl yorumuna bırakmadan kendisi açıklamıştır;'Cockney dilinde (İngiliz argosu) bir deyiş vardır. "Uqueer as as clockwork orange". Bu deyiş, olabilecek en yüksek derecede gariplikleri barındıran kişi anlamına gelir. Bu çok sevdiğim lafı, yıllarca bir kitap başlığında kullanmayı düşünmüşümdür. Bir de tabii Malezya'da "canlı" anlamına gelen "orang" sözcüğü var. Kitabı yazmaya başladığımda, rengi ve hoş bir kokusu olan bir meyvenin kullanıldığı bu deyişin, tam da benim anlatmak istediğim duruma, Pavlov kanunlarının uygulanmasına dayalı bir hikâyeye çok iyi oturduğunu düşündüm...' Kitabı yazma amacı için ise
'Tüm hayvanların en zekisi, iyiliğin ne demek olduğunu bilen insanoğluna bir baskı yöntemi uygulayarak onu otomatik işleyen bir makine haline getirenlere kılıç kadar keskin olan kalemimle saldırmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum...' demektedir.



Burgess'in apokaliptik bir zamanve mekannda geçen hikayesi, Kubrick'in kendine özgü çekim teknikleri,mekanları, kostümleri, müzikleri, makyajları ile izlediğiniz süre boyunca bir rüyada olduğunuz ve bilinçaltının karanlık
dehlizlerinde dolaştığınız izlenimini uyandırıyor. İlk sahne kırmızı bir fon ile açılıyor ve ardından mavi ardından tekrar ve mavi bir fon tüm ekranı kaplıyor. Bu giriş daha il dakikadan bize yönetmenin
film boyunca izleyeceği yolu gösterir aslında. Kubrick zıtlıkları bir arada kullanma tekniğini hem gerilimi arttırmak için, hem iyi/kötü, suçlu/suçsuz, kavramlarının göreceliğini göstermek için hemde ironi yaratmak
için kullanacaktır. Kırmızı psikolojik anlamda uzun süre izlendiğinde insanda gerlim yaratan kısa sürede ise dikkati üzerine çeken bir renktir. Sıcak bir renk olan kırmızının tahrik ve teşvik edici bir
özelliği vardır, cinsel içerikli filmlerde özellikle kullanılır. Kırmızı seksin, savaşın, şiddetin, kanın rengidir. Mavi ise durgunluğu, huzuru ve aynı zamanda oteriteyi temsil eder. daha ilk sahnede karşımıza konan bu

Ardından gelen ilk sahnede ise siyah bir fonun önünde anti- kahramanımız Alex in yüzünün yakın çekimi ile başlar. Tek gözünde uzun takma kirpikleri diğer gözünde hiç kirğik olmayışı, korkutucu bakışları,
siyah fonun önünde içitği süt (siyah/beyaz zıtlığı) ile Alex'in dengesiz yapısı bize hissettirilmiş olur. Kamera Alex'den uzaklaşmaya başlayıp mekanın genelini görmeye başladığımızda ise Çeteninin geri kalan üç üyesi
ile tanışırız. Alex de dahil tüm çete üyeleri tamamen beyaz kıyafetler giymektedirler, hepsi aynı renk (siyah) ama farlı tarzlarda şapkalar takmaktadır. Şapkalardaki bu fark çete içersindeki hiyerarşiyi belirtmek için olabilir.
Sözlü olarak kabul etmeselerde çetelerinde daha girişken olan, olayları yönlendiren kişi Alex dir. Kamera açısını genişlettikçe mekanın ayrıntılarını da görmeye başlıyoruz. Mekan kahramanlarımızın içinde görünmez olabileceği
şekilde bembeyaz, her yerde çıplak kadın figürlerinden masa-sandalye ve süt muslukları bulunmakta. Alex İn çete üyeleri sınıfsal, cinsel, dinsel yada etnik herhangi bir ayrım gözetmeden
insanlara uyguladıkları şiddet eylemleri (hırsızlık, darp, tecavüz) öncesi buraya (Korova Milk Bar) gelerek içine özel uyuşturucular katılmış sütlerini içmektedirler. Alex in tabiri
ile bu 'zengin süt' onları 'kışkırtır' ve her türlü şiddet eylemine hazır hale getirir. Anti-kahramanlarımızın zengin sütleri korova bardaki çıplak kadın figürü şeklinde tasarlanmış süt makinelerinin
göğüslerinden akmaktadır. Yani şiddetin kışkırtıcı 'süt', kaynağı kadın-anne figürü olarak düşünülebilir. Çünkü aynı zamanda burası onların her türlü eylemden sonra döndükleri yer, görünmez olabildikleri bir
çeşit güvenli alan.

Alex ve çetesinin şehirdeki diğer çetelerden biri ile karşılaştıkları sahne ise filmin en etkileyici sahnelerinden biri. Kamera ilkin bize çiçekli bir tavan süslemesini gösterir, o sırada -zaten filmin başından beri olduğu gib-
fonda klasik müzik çalmaktadır, kamera yavaş yavaş aşağı kaymaya başladığında buranın terk edilmiş bir tiyatro olduğunu farkederiz. Her yer yıkık döküktür, -savaş alanı, çöplük gibi- ve yine başka bir çete olduğunu anladığımız dört
kişi kareografik figürler eşliğinde bir kadına tecavüz etmektedir. Sanatın güzelliği ile gerçek hayatın çirkinliğinin aynı karede gösterilmesi çok sarsıcı bir etki yaratmıştır.
Filmin ilk dakikasından itibaren etkili olan arka plandaki müziğin filmin dramatik kurgusu üzerindeki etkisini bu sahnede çok belirgin bir şekilde görürüz. :ete üyelerinin kareografi eşliğinde tacavüz ettikleri
sahne boyunca çalan Rossini'nin hırsız saksağan uvertürü dür. Bu parçanın hafif ve yumuşak yapısı ile tecavüz eyleminin vahşetinin tezatlığı etkileyiciliğin esas öğelerinden biridir. Müzik aynı zamanda anti-kahramanımız Alex in hayatında da
Bu sahnede başka bir parça çalıyor olsaydı kesinlikle aynı etkiyi yaratmazdı.

Alex ve arkadaşları, diğer çete üyeleri ile terkedilmiş tiyatroda kavga ettikten sonraki sahnelerde kapısında 'Home' yazılı olan bir evi basarlar. Bu evde yaşayan yazarı
darp eder ve karısına yazarın gözü önünde tecavüz ederler. Gecenin bitişinden sonra Alex artık evine dönerken kamera bize ilerlediği sokakları gösterir. Meydanlarda insanlar
yoktur, hepsi korkudan evlerine sığınmışlardır, tüm sokaklar savaş alanı gibidir, her yer çer-çöp içindedir. Aynı Tablo bir kaç sahne önceki terk edilmiş tiyatro sahnesinde de vardır,
kamusal mekanlar yok olmuştur, çünkü kamu yok olmuştur. alexin oturduğu apartmanda aynı şekilde yıkık döküktür, asansörü bozuktur, duvarlar pornografik resimler çizilmiştir. Bu sahnelerin tamamı zihnimizde yazarın yarattığı
distopik dünyanın hatlarını belirginleştirir.

Alex in yaşadığı eve göz attığımızda burada da dışardaki dünyada olduğu gibi bir kaosun söz konusu olduğunu görürüz. farklı renklerde karışık bir çok obje, faklı renkler
duvarlar (mavi-kırmızı, ve değişik renklerde) ve bir 'ev' 'yuva' olmaktan çok uzak bir yapaylık göze çarpmaktadır. Bu yapaylık sadece mekanlarda değil insanların dvaranışlarında, konuşmalarında da çok açık bir şekilde
vurgulanmaktadır film boyunca. Alex in kişiliği ile tezat oluşturacak bir şekilde evin en sade odası ona aittir, bu oda ise şifreli bir kilit diğer odalardan ayrılmaktadır. Bu kilit Alex'İn ortamdan yalıtılmışlığının
bir ifadesidir. Müziğe, özellikle Beethoven'e olan tutkusu bu sahnelerde artık iyice belirginleşir. Yazarın Alex i bize aynı zamanda güzel konuşmayı bilen, bir centilmen gibi davranabilen ve aynı zamanda klasik müzik hayranı
biri olarak göstermesi bir çeşit ambivalans yaratma isteği olabilir.

Alexin odasında dikkat çeken diğer ayrıntılar ise çekmecesinde beslediği yılanı Basil (film boyunca değer verdiği tek canlı gibi gözüküyor), duvarda asılı duran ve Alex i
sürekli yargılıyormuş edasıyla bakan Beethoven posteri ve klasik müzik dinlemeyi çok sevdiği müzik çaları..

Alex ve çetesi büyük bir vurgun yapma hevesiyle girdikleri yaşlı bir kadının evinde polis baskınına uğruyorlar ve o güne kadar Alex in liderlik iddiasından pek de memnun olmayan arkadaşları
onu tuzağa düşürüp yakalanmasına sebep oluyor. Alex yaşlı kadının evinde iken dikkatimizi çeken noktalar; duvarlardaki çıplak kadın tabloları (ki bu tabloları Kubrick özel olarak
eşine çizdirmiş), erekte olmuş penis heykeli ve Beethowen heykelciği. Sahnenin finalinde yaşlı kadın Alex'e Bethoven heykelciği ile saldırırken Alex ise penis heykeli ile
saldrarak onu öldürüyor. (Bethowen- kayıp baba figürü- oedipus kompleksi ?) Bu noktadan sonra filmin ikinci bölümü başlıyor diyebiliriz. Bundan sonra; derin bir devlet eleştirisi, özgür irade nedir, iyi- kötü nrdir?,
vs. tartışılmaya açılıyor. Alex polis tarafından yakalanana kadar onun toplum üzerine uyguladığı şiddeti seyreder iken bu noktadan sonra toplumun-devletin Alex üzerine uyguladığı şiddeti
seyretmeye başlıyoruz. Bu durum toplumsal ve vicdani anlamda bir çok soru ile seyirciyi karşı karşıya bırakıyor; suçu her ne olursa devletin yada devletin her hangi bir organının bireye fiziksel yada
psikolojik şiddet uygulama hakkı olabilir mi, özgür irade sorunsalı, yani iyi ile kötü arasında seçim hakkı kalmamış olan biri iyi biri insan sayılabilir mi?, iyi-kötü nedir? toplumun-devletin belirlediği normlara göre
yaşayan her bireyi iyi deyip, yaşamayanları her hangi bir şekilde 'kalıba' sokma hakkımız var mı?...

Alex yargılanıp hapishaneye gönderildikten sonra daha ilk girişte, katı devlet bürokrasine, ceza sisteminin yetersizliğine, gücü elinde bulunduranların yozlaşmalarına oterite-itaat,
kavramlarına dair katı eleştiler görüyoruz. Lakin dışarıdayken her türlü suçtan büyük keyif alan Alex in hapisahane yaşantısı boyunca oterite karşısında çok itaatkar bir tablo
çizdiğini, klise çalışmalarına katıldığı, incil okuduğuna şahit oluyoruz. Yani Alex iyi (!) oluyor, lakin aslında incili dahi okurken kendini İsa ile değil İsa ya işkence yapan
romaılar ile özdeşleştirmekten zevk alıyor. Yani alex in iyiliği aslında cezaya karşı boyun eğme, acıdan kaçma, yada ödüle koşma. (Aslında aynen dinlerde olduğu gibi
cenenete gitmek için yapmanız gerekenler, cehenneme gitmek için yapmamanız gerekenler vardır ve bu ödül-ceza sistemidir. dinler sizi bir şekilde ödüllendirme yada cezalandırma korkusu ile çizgide tutmaya
çalışır, ama bu bireyi iyi insan yapar mı?) Alex sadece hapisten çıkabilmek için 'iyi' insan oluyor, kalıba uyuyor. İç İşleri bakanı hapishaneyi ziyarete geldiği sahne de bu vurguyu çok açıkça görüyoruz;
kamera geniş açı ile çekim yaptığında aslında bakanın yürüdüğü koridor hapishaneden çok bir manastır görüntüsü uyandıyor bizde. Bakanın girdiği hücre ise rahiplerin kaldıkları odaları andırıyor.

Alex in hapishane de olduğu dönemde özellikle bir Nazi dönemi eleştirisi görüyoruz. (ama nazilere yapılan eleştiden daha çok bireyi yok sayan ve gücü elinde tutan herkese yapılan bir atıf gibi duruyor; mesela terkedilmiş tiyatroda geç kıza tecavüz
eden çetenin kostümleri nazi dönemi kostümlerine benziyordu, hapishane gardiyanının davranış ve konuşmaları hitlere benzetilmişvs..) İnsanları kitleleştimeye bireyselliği öldürmeye şiddet uygulamaya çalışan herkese yapılan bir hakaret gigib nazi
atfı.. Alex hapishanede iyi davranışları dolayısıyla Ludovico tekniğine uygun görülüyor ve bir merkeze sevk ediliyor. bu merkezde ona şiddet ve şiddete dayalı cindel eylemlerden nefret etmesini
sağlayan bir ialç veriliyor ve o sırada vahşet görüntüleri izlettiriliyor. bunu karşılığında ise özgürlüğünü geri kazanıyor. ama hapishaneden çıktığında tamamen savumasız durumda oluyor, çünkü içişleri bakanının tabiriyle iyi bir yurttaş olarak kendisine
tokat atıldığında bile karşılık vermek isterse eğer hastalanıyor. ayrıca bu tedavi sırasında vahşet görüntüleri izlettirilirken beethovenn dinlediği için artık dinleyemiyor ve aynı şekilde hastaklanıyor. Alex hapisten çıktığında ilk hayal kırıklığını yaşıyor, evine gidiyor
ve ailesinin onun odasını başka birine kiraladığını, aslında aşlesinin ondan çoktan vazgeçtiğini onsuz çok mutlu olduklarını görüyor. Eşyaları develet tarafından satılmış, odası başka birine kiralanmış, eve taşınan kişi annesine 'anne' dememkte, ve ailesi onu istememektedir.
evden ayrılıyor ve sokağa çıktığında geçmişte çetesi ile birlikte dövdükleri bir dilenci para istenmek için yanına geldiğinde onu tanıyor ve dilenci arkadaşları ile birlikte onu dövüyor. çünkü alex karşı koyamıyor. alexi kurtarmaya
gelen polisler ise eskiden birlikte sokakları kana buladıkları çete arkadaşları. yani devlet kontrolsüz şiddeti alarak kendi şiddeti haline getirmiş. arkadaşları alexi ıssız bir ormana götürüp orada darp ediyor ve perişan haldeki
alexin sığındığı yer'home'. yani geçmişte evini basarak karısına tecavüz ettiği yazarın evi. ilk başta evi anımsayamayan alex daha sonrayazarı anımsıyor, yazar onu tanıdığında ise alexi bayıltarak bir odaya kapatıyor ve zorla beethovenin
9. senfonisini dinletiyor. buna dayanamayan alex camdan atlayarak intihar ediyor. bu noktada da bir problem ile karşı karşıya kalıyoruz. Yazar aslında Ludovico programına karşı ve bu konuda devlete karşı çalışma yürütüyor, yani bireye uygulanan şiddete, suçluda olsa suşu her ne olursa olsun karşı biri. Lakin alex ile karşılaştığında karısına tecavüz eden adam ile karşılaştığında, kendisi şiddet eyleminde bulunmaktan geri kalmıyor. Yazar burada insan doğasının kaotik yönlerinden birini sorguluyor ama bir sonuca ulaşmıyor.

Alex'in intiharı başarısızlıkla sonuçlanıyor ve ağır şekilde yaralanıyor. Sonuç olarak Alexin intihar etmiş olması devletin ludovico uygulaması için kamuoyunda tepkilere yol açıyor, bu nedenle hükümet Alex'i hastanede çok iyi bir şekilde bakıyor, yapılan deney için tedavi ediyor, bu olayın tüm sorumluluğunu yazara yüklüyor.  çok iyi bir iş ve maaş vaadi Karşılığında ise Alex kendisine işkence eden Hükümet'in saflarına geçmekte tereddüt etmiyor. Filmin son sahnesinde ise anti kahramanımızın kurduğu erotik hayalden artık tamamen iyileştiğini anlıyoruz. Seyirci olarak bu noktada da bir çok çelişkili duygu işe karşı karşıya kalıyoruz; Alex'in işlediği suçlar, sonra devlet eliyle çektiği acı ve şimdi tekrar iyileşmesi bizi sevindirmeli mi, acı çekmiş olması onu affettirir mi, tekrar yapmayacağı anlamına gelir mi? Alex'in karısına tecavüz ettiği ve Ölümüne sebep olduğu yazar Alex'e işkence ettiği için (ama aslında devlete mualif olduğu için ) tutuklanıyor, filmin başında Alex'in mağduru olarak gördüğümüz yaZar ikinci bölümde ona işkence eden kişi olarak karşımıza çıkıyor, vicdanımız bunu bir Şekilde haklı bulurken aklımız şiddetin hiçbir şeklini onaylamıyor. İşin devlet-otorite boyutuna gelince ise devletin her durumda kendini bir aklayanildiğini görüyoruz. Film başlangıcından bitişine her sahnesi ile insanın içindeki-yaşadığı dünyadaki karmaşaya karanlık bir bakış açısı getiriyor.
Filmin insanda uyandırdığı birçok duygu ve düşünce var ama film bittiğinde benim Aklımda Einstein in "Eğer insanlar sadece cezalandırılmaktan korktukları yada ödüllendirilmeyi umut ettikleri için iyi kalpliler ise o halde gerçekten acınacak haldeyiz" vardı.

Hande Teymur

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder