Sayfalar

Bu Blogda Ara

14 Kasım 2015 Cumartesi

KIRMIZI PAZARTESİ YADA BİR NAMUS CİNAYETİNİN ANATOMİSİ

Kırmızı Pazartesi, herkesin işleneceğini bildiği ama -kendisine göre haklı sebeplerle- engel olmadığı, bu nedenle aslında herkesin birlikte işlediği bir cinayetin hikayesini anlatıyor bize. Hikaye kitabın yazarı Gabriel Garcia Marguez'in doğduğu yer olan Kolombiya'da geçiyor, yazar bu
hikayeyi çocukken şahit olduğu bir cinayetten yola çıkarak yazmış. 'Kırmızı Pazartesi' Marguez'e 1982 Nobel Edebiyat ödülünü kazandırdı.
Kitabın konusu; Santiago Nasar'ın, Pablo ve Pedro Vicario kardeşler tarafından göz göre göre öldürülmesidir. Cinayete kurban giden Santiago Nasar daha 20'li yaşlarının başında, yakışıklı, zengin, babasının ölümünden sonra onun işlerini devralmış, sorumluluk sahibi,
bir gençtir. Kasabaya bir süre önce gelen oldukça zengin bir adam olan  Bayardo San Roman aynı zamanda Santiago'nun da uzaktan akrabası olan Angela Vicario ile evlenmek ister. Angela
her ne kadar bu evliliği istemese de kararı ailesi verir ve o da karara itiraz etmez. Düğün gecesi gelinin bakire çıkmaması üzerine, damat gelini baba
evine geri götürür. Ailesi tarafından iyice baskı gören Angela bunu kendisine yapan kişinin Santiago olduğunu söyler ve Angela'nın ikiz erkek kardeşleri Pablo ve Pedro Vicario
namuslarını temizlemek için Santiago'yu öldürmeye karar verirler.
Yazar daha hikayenin en başında katilinde, kurbanında, hatta cinayetin işleneceği yerinde, zamanında bilgilerini verir. Zaten hikayenin ana fikri de budur, bu ayrıntıları aslında
tüm kasaba bilmektedir, ama rahip, belediye başkanı, güvenlik memuru da dahil olmak üzere hiç kimse cinayeti engellemek için somut bir adım atmaz. Hatta kimsenin aklına Santiago'yu
uyarmak dahi gelmez. Bazıları onu bu olayda suçlu buldukları için, bazıları sadece onu sevmedikleri için, bazıları olaya bulaşmamak, bazıları ise bu kadar aleni bir şekilde
ortada olan bir olayın gerçekleşeceğine inanmadıkları için Santiago'yu kurtarma girişiminde bulunmazlar. Ama onların bu umursamazlığı sadece Santiago'yu kurban yapmakla kalmaz, aynı
zamanda ikiz kardeşler Pablo ve Pedro'yu da katil yapar. Çünkü Pablo ve Pedro'da aslında en başından beri herkese Santiago'yu öldüreceklerini söyleyerek, birisinin onları durdurması için avaz avaz
bağırmaktadırlar. Onların bu çığlıklarını duyan herkes duymamazlıktan gelir. Santiago'yu gerçekten umursayanlar dahi bir başkasının müdahil olmasını, Santiago'yu uyarmasını bekler ama kendisi harekete geçmez.
Bir tiyatro seyreder gibi başından sonuna kadar tüm cinayeti seyretmeyi tercih ederler.
''Limandan dönmekte olan insanlar, bağırışmalardan teleşlanarak, cinayete tanık olabilmek amacıyla meydandaki yerlerini almaya başlamışlardı'' (Kırmızı Pazartesi syf.97)

Pablo ve Pedro hikayede katildir, ama aslında onlarda aynı toplumun kurbanıdır. Görerek, duyarak, ama konuşmayarak, harekete geçmeyerek
Santiago'nun ölümüne neden olan toplum, 'bekaret', 'namus', 'namusunu temizlemelisin', gibi ataerkil söylemlerle Pablo ve Pedro'nun üzerinde baskı oluşturarak
katil olmasına sebep olmuştur.
'Kasaba halkının çok büyük bir çoğunluğu için (...) Trajedinin öteki kahramanlarının hayatın kendilerine uygun gördüğü rolleri ağırbaşlılıkla, birazda soylulukla oynadıkları kanısındaydılar.
Santiago Nasar, yaptığı kötülüğün kefaletini ödemiş, Vicario kardeşler erkekliklerini kanıtlamışlardı, aldatılan kız kardeş de namusunu yeniden kazanmıştı.' (Kırmızı Pazartesi Syf: 76)
Üstelik hiçkimse hatta olayı araştıran adli makamlar bile hiç bir zaman Santiago'nun bu olayda suçlu (!) olup olmadığını öğrenemezler. (Zaten ortada bir suç varmıdır, varsa kimseyi ilgilendirir mi, namus nedir,
evlilik nedir, adalet sağlanabilir mi? gibi bir çok soru sorulabilir bu hikayeyi okurken.) Çünkü Angela Santiago'yu suçlar, ama ortada hiçbir somut delil yoktur, hiçbir zaman yanyana geldikleri bile görülmemiştir, yada o güne kadar Santiago'nun Angela'ya bir ilgisi olduğu
farkedilmemiştir. Genel kanı Angela'nın gerçeke aşık olduğu bir adamı korumak için Santiago'nun adını verdiği yönündedir. Buna rağmen ortada bir suç (!) vardır, bir namussuzluk (!) vardır, bir kurban verilmelidir. Ve Santiago,
Angela'nın ağzından çıkan ilk isim olduğu için, sorgusuz-sualsiz olarak kurban olarak seçilir.
Kırmızı Pazartesi, cinayetin işlendiği zamanda daha çocuk olan, yıllar sonra bu olayı araştırmak için kasabaya gelip olayın tanıkları ile röportaj yapan birinin gözüyle anlatılır. Marguez'in kullandığı bu anlatım sekli sayesinde biz okuyucularda
olay öncesi ve sonrası yaşananları kasabadaki herkesin 'kendi' gözünden görmüş oluyoruz. Bir diğer ayrıntı ise Marguez'in cinayeti anlattırdığı herkese 'o gün hava nasıldı?' diye sorması... Bu soruyla karşı karşıya kalanların tamamı birbirinden farklı yanıtlar veriyor; bazıları
o gün havanın güneşli olduğunu, bazıları yağmur yağdığını, bazıları bulutlu olduğunu söylüyor ve en önemlisi hepside söylediklerinin doğru olduğundan oldukça emin. Bu noktada insanın hafızasının
nasılda yanıltıcı olduğunu, anılarımızın ve yargılarımızın bir çok dış etkenden nasıl etkilendiğini, bizim ise buna rağmen tüm yargılarımızı, sanki çok güvenilirmiş gibi
bu temele dayandırdığımızı görüyoruz.
Cinayetin işlendiği bölüm kitabın en etlileyici kısmını oluşturuyor. Santiago'nun piskaposun ziyareti için limana gittiği, nişanlısının evine gittiği ve öldürüldüğü yer olan
evinin önüne geldiği ana kadar sanki bir çok raslantı bu cinayetin işlenmesinde etkili olmuş gibi gözükmektedir. Ama hangi 'olay'da geçmişe doğru yaşananların izini sürsek, sanki bir çok
raslantı o olayın oluşumunu hazırlamış izlenimini bırakır. Bu raslantıların hiçbiri asla o olayın oluşumunda asıl etken olamaz. Aksini kabul etmek 'kaderci' bir bakış açısı olur. Bu kaderci bakış açısı
insanların vicdanı rahatlatmak; 'her ne yaparsak yapalım zaten olcaktı' diyebilmeleri için yada üzüntülerini azaltmak için; 'yazgısı buymuş' deyip kabullenmek için etkili olabilir ama gerçeklikten
oldukça uzaktır. Sonuç olarak her ne kadar bir çok raslantı Santiago'yu öldürüldüğü noktaya götürmüş olsada, kasabadaki insanlar cinayeti engellemek istese raslantıların hiçbir önemi kalmazdı.
Santiago nişanlısının evinden çıkmak üzere iken, nişanlısının babasından ikizlerin kendisini öldürmek için beklediğini öğrenir. Ama belki kendisinin suçsuz olduğunu ispatlamak için, belkide
kendiside bu cinayetin işleneceğine inanmadığı için saklanmayı reddeder ve evine doğru yola çıkar. Ama sonuç olarak ikiz kardeşler Pablo ve Pedro, Santiago'yu evinin önünde
onlarca bıçak darbesi ile vahşice öldürürler. Aldığı bıçak darbeleri dolayısıyla bağırsakları bedeninin dışına çıkmış olan Santiago; bağırsaklarını yerden toplar, son bir
güçle arka kapıdan eve girer ve mutfakta yere yığılır. O sırada dışarıda olanlardan habersiz olarak yemek yapmakta olan Wena Hala ona 'Ne Olduğunu' sorar. Santiago ise kitap boyunca
en etlileyici olan cümleyi kurar; 'Beni öldürdüler' der. Bu cümle okuduğunuz an ruhunuzun derinliklerine kadar işlemektedir. Sanki bir ölünün herkesten hesap sorması, ölümünü engellemeyen herkese karşı serzenişi,
aynı kasabada yaşadığı arkadaşları tarafından öldürülmesini karşı hayal kırıklığı gibi..
Ölümümden sonra olanlar ise okuyucu olarak vicdanımızı daha da rahatsız ediyor. Kasaba doktoru izinli olduğu için Santiago'nun otopsisini pedere yaptırıyorlar, otopsi en az cinayet kadar
vahşice yapılıyor. Peder dahi otopsi için 'Sanki onu öldürdükten sonra tekrar öldürmüştük' diyor. Bedeni otopside iyice dağılan, hatta iç organları çöpe atılan Santiago acele ile gömülüyor.
İkiz kardeşlerin ise cinayet sonrası rahat ettirilmeleri, kasaba halkından tepki görmemeleri üstüne üstlük namus cinayeti olduğu gerekçesiyle mahkemede meşru müdafaa indirimi almaları aslında toplumun tüm mekanizmaları
ile bezen açıkça bazen gizli aslında bu cinayeti onayladığını gösteriyor. Zaten Pablo Ve Pedro kardeşlerde '“Onu bilinçli olarak öldürdük, ama biz masumuz. Tanrı katında da, insanların gözünde de. Bu bir namus sorunuydu.”
diyerek bu anlayışı ortaya koymuşlardır.  Kitabın sonunda hikayenin kahramanlarının bugünkü durumlarına baktığımızda da, Angelica'nın düğünden sonra kasabayı terkeden ama yıllar sonra tekrar dönen kocasına aşık olduğu ve tekrar
birlikte olduklarını, ikizlerin hapisten çıkıp evlendiklerini, hatta dışarıda iken tedavi edilemeyen ve çok acı çektikleri hastalıklarının hapishanede tedavi edildiğini görüyoruz ve 'adalet' duygumuz ister istemez sarsılıyor.


Hande Teymur

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder